Tükendi
Gelince Haber VerDünya milletlerinin Siyonizm ile imtihanı ne Siyonist baron W. Rothschild’e yazılan 1917 tarihli “Balfour Deklarasyonu” ne de Theodor Herzl’in 1896 tarihli “Yahudi Devleti” kitabıyla başlar. Her ne kadar deklarasyon sonrası kalabalık kafilelerle bölgeye yönelmiş olsalar da ilk göçlerin çok daha eskiye dayandığı ve J. Rothschild’ in “Bir Yahudi Devletine ulaşmamız üç bin yıl sürdü” itirafı bunun hiç de böyle olmadığının ispatıdır. Bu sebepledir ki; “Siyonizm” denildiğinde akla Yahudilerden çok Protestanlar, Evanjelikler ve dahi ABD’nin kurucusu on üç koloniyi oluşturan Pirütenler gelmelidir. Daha da önemlisi ideolojinin izlerini Avrupa’nın derin tarihinde ve Martin Luther’ in ismini; ‘king’ takısı ile şereflendiren reformasyonunda aramak gerekir. Fikriyatı ile Luther, temelde Katolik kilisesinin gereksiz olduğunu ileri sürdüğü teamüllerinden arındırıp öze indirdiği inanç sistemi içerisinde Yahudi ve Hristiyanları birleştirerek; Müslümanları hatta Müslümanlar özelinde Türkleri hedef göstermek suretiyle tarihin seyrini tümüyle değiştirmiştir. O tarihten sonra Avrupa Siyasi ve İktisadi olarak bütünleşirken, dünyanın geri kalanında; bilhassa Ortadoğu’da böl, parçala, yönet stratejisi baş döndürücü bir hızla hayata geçirilmiştir. Bir Yahudi olarak Benjamin Disraeli’nin 1870-1880 yılları arasında Britanya başbakanı olması ve Avrupa Siyasetinin belirleyicileri arasına girmesi de ideolojinin benimsenmesine büyük katkı sağlamıştır. 1916 yılında Sykes- Picot gibi gizli anlaşmalarla Ortadoğu egemen güçler arasında ve dahi harita üzerinde paylaşılırken bile öncelikli olarak bir Yahudi yurdu kurulması planlanmıştır. Büyük dünya savaşları; milliyet, demokrasi, cumhuriyet, özgürlük… gibi nice ilerici manifestolarla ancak perde arkasında bir o kadarda gerici teolojik zihniyetle bugünkü uluslararası sistemin inşasına ve hayata geçirilmesine sahne olmuştur. Bölgesel ve küresel çatışmalar; rekor miktarlarda silah satışları, yüklü faizlerle borçlandırılan ülkeler ve daha nice aksiyomlar Siyonist baronların daha da büyümelerine ve ülkeleri yönetecek duruma gelmelerine olanak sağlamıştır. Kurulan ulusüstü kurumlar; sosyal, iktisadi, siyasi… birçok alanda devletlerin egemenliklerini sınırlandırırken diğer yandan güçlü devletlerin menfaatlerini gelişmekte olan devletlere karşı koruyan canlı birer kalkan haline gelmiştir. İşte satır aralarında bahsi geçen “mazlum coğrafyalar” gibi “Filistin Meselesi” de saydığımız nedenlerle “Siyonist temelli kurulan yeni dünya düzeninin bir sonucu olarak” son yüzyılda zuhur etmiştir. Mevcut uluslararası devletler siyasası içerisinde Ortadoğu’nun çözüm bekleyen sayısız probleminin cevabını tarihin derinliklerinde keşfettiğimiz bu çalışma; yaşananlardan ders çıkarmak ve tarihin doğru tarafında yer almak isteyenler için titizlikle kaleme alınmıştır.
- Seher AKÇA